5 Eylül 2014 Cuma

Transistor İnceleme

Transistor İnceleme



Tüm mekanikleri doğru çalışan bir bağımsız oyun bulmak zordur. Bazıları oynanışa önem verir grafikleri zayıf olur, bazıları grafiklere ağırlık verir ama hikaye namına bir şey sunamaz. Her şeyi doğru yapan bir bağımsız oyun bulduğumuzda doğal olarak el üstünde tutarız. Bu kez elimde gururla Transistor’ı tutuyorum.
Supergiant Games’i Bastion ile tanımıştık. Oynanışıyla, grafikleriyle, müzikleriyle ve seslendirmeleriyle harika bir oyundu Bastion. Aynı ekip yeni oyunları olan Transistor’ı duyurduğunda tüm gözleri üzerine çekmişti. Fakat bu sefer işleri zordu, çünkü önlerinde Bastion sebebiyle büyük şeyler bekleyen bir oyuncu kitlesi vardı. Ve şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki geliştirici ekip bu beklentiyi karşılamayı fazlasıyla başarmış.
Sesin ve Sessizliğin Uyumu
Cyberpunk bir evrende geçen Transistor’da Red isimli popüler bir şarkıcıya hayat veriyoruz. Tek bir gecede Cloudbank isimli şehre kaos hakim oluyor. Bildiğimiz yegane şeyse sesimizin Camerata adlı bir ekip tarafından çalındığı ve Cloudbank şehrinde insanların yerine Process isimli bilgisayar programlarının hüküm sürdüğü. Tabii bir de Transistor var. Transistor aslında bir kılıcın adı. Bu kılıcın içindeyse bize tüm macera boyunca yardım edecek olan partnerimiz yer alıyor.

Oyundaki amacımız temel olarak Camerata’dan intikam almak ve amaçlarını öğrenmek. Ancak hikaye sunumu bu kadar basit değil. Oyunda genel olarak bir karmaşa hakim. Bu karmaşanın içindeki boşluklarıysa sizin doldurmanız gerekiyor. Etrafı incelemek, çevreyi gözlemlemek ve en önemlisiyse Transistor’ı dinlemek hikaye anlatımının en önemli parçalarından.
Bastion’ın en hatırlanası kısmı oyunun anlatıcısıydı. Yaptığımız her harekete bir yorum katan ve hikayenin anlaşılır olmasını sağlayan hikaye anlatıcısı, herhalde oyunun en başarılı kısımlarından biridir. Transistor’da da aynı yol izlenmiş, fakat bu kez hikaye bir masal gibi anlatılmıyor. Onun yerine bizimle birlikte hikayeyi çözmeye çalışan bir ses Red’e eşlik ediyor. Partnerimizin yorumlarıysa anlatılmaz yaşanır cinsten. Red’i anlama ve onun dili olma çabası, gelişen olaylara yaptığı yorumlar ve masum duyguları başka bir oyunda göremeyeceğiniz cinsten. Hem oyunun karanlık havasına tat katıyor hem de gizemli karmaşayı gidermeye çalışan bir dost olarak size eşlik ediyor. Sadece bu sesin bile atmosferi başlı başına ayakta tuttuğunu söyleyebilirim.

Yeni Bir Tat Yeni Bir Doku
Geçtiği evren hariç fazlasıyla Bastion’ı hatırlatan Transistor’ın büyük kardeşiyle arasındaki en büyük farkı oynanışı. Bastion’da hack and slash tarzı bir oynanış mantığı vardı. Transistor’daysa daha çok strateji hakim. Düşmanlar önünüze çıktığı an etrafınıza çizgi çekiliyor ve rakiplerinizle baş başa kalıyorsunuz. Onları öldürmek için basit bir vur kaç taktiği yeterli değil. Eğer yeterli olduğunu düşünürseniz büyük hezimete uğrarsınız. Yapacağınız şeyse Turn özelliğini kullanmak ve zamanı durdurmak. Ardından rakiplerinizi nasıl alt edeceğinizi planlayabilir ve planın sonuçlarını heyecanla izleyebilirsiniz.

Turn özelliğinin hem iyi hem kötü yanları var. Eğer özelliği kullanmadan düşmanlara kafa tutarsanız canınızın büyük bir kısmını kaybedersiniz. Turn’ü kullanmanız ardından da belli bir süre çaresiz kalıyorsunuz. Bu özellik tekrar dolmadan önce yapabileceğiniz tek şey kaçmak. Tek bir fiske bile atmanıza imkan yok. Bu sebeple ne zaman Turn’ü kullanacağınızı iyi seçmeniz gerekiyor. Daha önemlisiyse Turn’deyken neler yapacağınız. Örnek olarak düşmanlarınızdan biri şifacıysa ilk olarak onu indirmek ve karşınızdaki en güçlü rakibi kendi safınıza katmak en temel taktiklerden ikisi. Oyunda ilerledikçe kendi taktiklerinizi de geliştirmeye başlayacaksınız.

Transistor’daki oynanış yenilikçi, mücadeleci ve taktiksel olması bakımından oldukça başarılı. Oynanışı bu kadar iyi yapan temel etkense çeşitlilik. Silahınızda aynı anda kullanabileceğiniz dört aktif yetenek bulunuyor. Bu yetenekleri seçme kısmıysa kafayı yedirtecek cinsten. Oyunun sonu itibariyle toplamda 16 yeteneğiniz bulunuyor. Yeteneklerle yapabileceğiniz kombinasyonlarsa bini aşkın sayıda. Tüm yetenekleri aktif, pasif ve geliştirme şeklinde ayırabiliyorsunuz. Düşmanları sersemleten en basit saldırınıza parçacık tesirli bir saldırı ekleyince saldırınız hem düşmanı sersemletiyor hem de hasar verici ufak parçacıklar oluşturuyor. Parçacık yeteneğinizi pasife koyduğunuzdaysa saldırının ardından düşmanı yanıltan bir kopya bırakabiliyorsunuz. Bu anlattığım sadece iki yetenekle yapabileceğiniz kombinasyonların ufak bir parçası. Tüm 16 yetenek bir araya geldiğindeyse ortayaakıl almaz bir kombinasyon çeşitliliği çıkıyor.
Yetenekleri hem hikayede ilerledikçe hem de seviye atladıkça alabiliyorsunuz. Seviye atladığınızda size sunulan yeteneklerden birini seçmeniz gerekiyor. Yeteneklerin yanında iki adet unsur da var. İlki aynı anda kullanabileceğiniz yetenek çeşitliliğini arttırmak, pasif özellik slotu açmak ve bir yeteneğin ikinci geliştirme slotunu açmak. İkincisiyse sınırlayıcılar. Oyunda zorluk seviyesi bulunmuyor. Bunun yerine elde edeceğiniz sınırlayıcılarla kendi zorluk seviyenizi ayarlayabiliyorsunuz. Düşmanlara zırh eklenmesi gibi çeşitli özellikleri bulunan sınırlayıcıların asıl getirisi tecrübe puanı. Yani ne kadar çok sınırlayıcı, o kadar çok tecrübe puanı demek.
Transistor İnceleme

Grafik ve Müziğin Eşsiz Gösterisi
Transistor’ın görselleri Bastion gibi elle hazırlanmış. Kalitesiyse muazzam. Elle hazırlanan çizimlerin güzelliği bir yana ışıklandırmalar ve efektler de cyberpunk havasına ayrı bir tat katıyor. Bir gün oyunlarda gerçekçi grafiğin ne kadar gerekli olduğuna dair bir tartışmaya katılacak olursanız Transistor’ı yanınıza almayı unutmayın.
Seslendirmelerin ne kadar başarılı olduğuna önceki paragraflarda değinmiştim. Müziklerse aynı Bastion’da olduğu gibi beni yine kalbimden vurmayı başardı. İncelemeyi yazarken bile dinlemekte olduğum müzikler uzun süre favori parçalarımın arasından çıkmayacak.
“Arayı Aksatmayın”
Supergiant Games kalitesini yine konuşturmayı başardı. Bastion’da başardıklarının bir şans eseri olmadığını ve farklı kulvarlarda da aynı başarıyı yakalayabileceklerini gösterdiler. Transistor’ı bitirmiş olmama rağmen içimden hala Cloudbank’e gidip birkaç Process temizlemek geçiyor. Oyun hakkında hala şüpheniz varsa size söyleyebileceğim tek şey şu: Her oyuncu Transistor’ı eline alıp bu macerayı yaşamalı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

5 Eylül 2014 Cuma

Transistor İnceleme

Transistor İnceleme



Tüm mekanikleri doğru çalışan bir bağımsız oyun bulmak zordur. Bazıları oynanışa önem verir grafikleri zayıf olur, bazıları grafiklere ağırlık verir ama hikaye namına bir şey sunamaz. Her şeyi doğru yapan bir bağımsız oyun bulduğumuzda doğal olarak el üstünde tutarız. Bu kez elimde gururla Transistor’ı tutuyorum.
Supergiant Games’i Bastion ile tanımıştık. Oynanışıyla, grafikleriyle, müzikleriyle ve seslendirmeleriyle harika bir oyundu Bastion. Aynı ekip yeni oyunları olan Transistor’ı duyurduğunda tüm gözleri üzerine çekmişti. Fakat bu sefer işleri zordu, çünkü önlerinde Bastion sebebiyle büyük şeyler bekleyen bir oyuncu kitlesi vardı. Ve şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki geliştirici ekip bu beklentiyi karşılamayı fazlasıyla başarmış.
Sesin ve Sessizliğin Uyumu
Cyberpunk bir evrende geçen Transistor’da Red isimli popüler bir şarkıcıya hayat veriyoruz. Tek bir gecede Cloudbank isimli şehre kaos hakim oluyor. Bildiğimiz yegane şeyse sesimizin Camerata adlı bir ekip tarafından çalındığı ve Cloudbank şehrinde insanların yerine Process isimli bilgisayar programlarının hüküm sürdüğü. Tabii bir de Transistor var. Transistor aslında bir kılıcın adı. Bu kılıcın içindeyse bize tüm macera boyunca yardım edecek olan partnerimiz yer alıyor.

Oyundaki amacımız temel olarak Camerata’dan intikam almak ve amaçlarını öğrenmek. Ancak hikaye sunumu bu kadar basit değil. Oyunda genel olarak bir karmaşa hakim. Bu karmaşanın içindeki boşluklarıysa sizin doldurmanız gerekiyor. Etrafı incelemek, çevreyi gözlemlemek ve en önemlisiyse Transistor’ı dinlemek hikaye anlatımının en önemli parçalarından.
Bastion’ın en hatırlanası kısmı oyunun anlatıcısıydı. Yaptığımız her harekete bir yorum katan ve hikayenin anlaşılır olmasını sağlayan hikaye anlatıcısı, herhalde oyunun en başarılı kısımlarından biridir. Transistor’da da aynı yol izlenmiş, fakat bu kez hikaye bir masal gibi anlatılmıyor. Onun yerine bizimle birlikte hikayeyi çözmeye çalışan bir ses Red’e eşlik ediyor. Partnerimizin yorumlarıysa anlatılmaz yaşanır cinsten. Red’i anlama ve onun dili olma çabası, gelişen olaylara yaptığı yorumlar ve masum duyguları başka bir oyunda göremeyeceğiniz cinsten. Hem oyunun karanlık havasına tat katıyor hem de gizemli karmaşayı gidermeye çalışan bir dost olarak size eşlik ediyor. Sadece bu sesin bile atmosferi başlı başına ayakta tuttuğunu söyleyebilirim.

Yeni Bir Tat Yeni Bir Doku
Geçtiği evren hariç fazlasıyla Bastion’ı hatırlatan Transistor’ın büyük kardeşiyle arasındaki en büyük farkı oynanışı. Bastion’da hack and slash tarzı bir oynanış mantığı vardı. Transistor’daysa daha çok strateji hakim. Düşmanlar önünüze çıktığı an etrafınıza çizgi çekiliyor ve rakiplerinizle baş başa kalıyorsunuz. Onları öldürmek için basit bir vur kaç taktiği yeterli değil. Eğer yeterli olduğunu düşünürseniz büyük hezimete uğrarsınız. Yapacağınız şeyse Turn özelliğini kullanmak ve zamanı durdurmak. Ardından rakiplerinizi nasıl alt edeceğinizi planlayabilir ve planın sonuçlarını heyecanla izleyebilirsiniz.

Turn özelliğinin hem iyi hem kötü yanları var. Eğer özelliği kullanmadan düşmanlara kafa tutarsanız canınızın büyük bir kısmını kaybedersiniz. Turn’ü kullanmanız ardından da belli bir süre çaresiz kalıyorsunuz. Bu özellik tekrar dolmadan önce yapabileceğiniz tek şey kaçmak. Tek bir fiske bile atmanıza imkan yok. Bu sebeple ne zaman Turn’ü kullanacağınızı iyi seçmeniz gerekiyor. Daha önemlisiyse Turn’deyken neler yapacağınız. Örnek olarak düşmanlarınızdan biri şifacıysa ilk olarak onu indirmek ve karşınızdaki en güçlü rakibi kendi safınıza katmak en temel taktiklerden ikisi. Oyunda ilerledikçe kendi taktiklerinizi de geliştirmeye başlayacaksınız.

Transistor’daki oynanış yenilikçi, mücadeleci ve taktiksel olması bakımından oldukça başarılı. Oynanışı bu kadar iyi yapan temel etkense çeşitlilik. Silahınızda aynı anda kullanabileceğiniz dört aktif yetenek bulunuyor. Bu yetenekleri seçme kısmıysa kafayı yedirtecek cinsten. Oyunun sonu itibariyle toplamda 16 yeteneğiniz bulunuyor. Yeteneklerle yapabileceğiniz kombinasyonlarsa bini aşkın sayıda. Tüm yetenekleri aktif, pasif ve geliştirme şeklinde ayırabiliyorsunuz. Düşmanları sersemleten en basit saldırınıza parçacık tesirli bir saldırı ekleyince saldırınız hem düşmanı sersemletiyor hem de hasar verici ufak parçacıklar oluşturuyor. Parçacık yeteneğinizi pasife koyduğunuzdaysa saldırının ardından düşmanı yanıltan bir kopya bırakabiliyorsunuz. Bu anlattığım sadece iki yetenekle yapabileceğiniz kombinasyonların ufak bir parçası. Tüm 16 yetenek bir araya geldiğindeyse ortayaakıl almaz bir kombinasyon çeşitliliği çıkıyor.
Yetenekleri hem hikayede ilerledikçe hem de seviye atladıkça alabiliyorsunuz. Seviye atladığınızda size sunulan yeteneklerden birini seçmeniz gerekiyor. Yeteneklerin yanında iki adet unsur da var. İlki aynı anda kullanabileceğiniz yetenek çeşitliliğini arttırmak, pasif özellik slotu açmak ve bir yeteneğin ikinci geliştirme slotunu açmak. İkincisiyse sınırlayıcılar. Oyunda zorluk seviyesi bulunmuyor. Bunun yerine elde edeceğiniz sınırlayıcılarla kendi zorluk seviyenizi ayarlayabiliyorsunuz. Düşmanlara zırh eklenmesi gibi çeşitli özellikleri bulunan sınırlayıcıların asıl getirisi tecrübe puanı. Yani ne kadar çok sınırlayıcı, o kadar çok tecrübe puanı demek.
Transistor İnceleme

Grafik ve Müziğin Eşsiz Gösterisi
Transistor’ın görselleri Bastion gibi elle hazırlanmış. Kalitesiyse muazzam. Elle hazırlanan çizimlerin güzelliği bir yana ışıklandırmalar ve efektler de cyberpunk havasına ayrı bir tat katıyor. Bir gün oyunlarda gerçekçi grafiğin ne kadar gerekli olduğuna dair bir tartışmaya katılacak olursanız Transistor’ı yanınıza almayı unutmayın.
Seslendirmelerin ne kadar başarılı olduğuna önceki paragraflarda değinmiştim. Müziklerse aynı Bastion’da olduğu gibi beni yine kalbimden vurmayı başardı. İncelemeyi yazarken bile dinlemekte olduğum müzikler uzun süre favori parçalarımın arasından çıkmayacak.
“Arayı Aksatmayın”
Supergiant Games kalitesini yine konuşturmayı başardı. Bastion’da başardıklarının bir şans eseri olmadığını ve farklı kulvarlarda da aynı başarıyı yakalayabileceklerini gösterdiler. Transistor’ı bitirmiş olmama rağmen içimden hala Cloudbank’e gidip birkaç Process temizlemek geçiyor. Oyun hakkında hala şüpheniz varsa size söyleyebileceğim tek şey şu: Her oyuncu Transistor’ı eline alıp bu macerayı yaşamalı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder