3 Aralık 2014 Çarşamba

This War of Mine İnceleme

This War of Mine İnceleme

Savaş oyunlarının vazgeçilmez ögesi her zaman düşmanı öldürmek olmuştur. Elimizde dönemin teknolojisi ile yapılmış olan farklı silah çeşitleri ile birlikte gittiğimiz her yere dehşet saçıp kimimize göre terörist, asker veya masum öldürdük. Sonuna kadar "şiddeti" oynayıp durduk. This War of Mine size savaşa katılmayanlar tarafından neler yaşandığını anlatan harika bir yapım.
Düşünün; evinizde oturuyorsunuz ve savaş kapıya dayanmış. Duyduğunuz tek şey silah ve bomba sesleri. Belki kapınızdan içeriye düşman askeri giriyor yardım istiyor, belki de müttefik askeriniz girip yardım istiyor. Bunlar günümüz dünyasında yaşanıyor. Savaşlar dünyanın her yerinde aynıdır. Değişmeyen tek bir şey vardır; o da dökülen kanın rengi. Bu oyun size savaş alanlarının arkasında kalanların neler yaşadığını, nasıl bir mücadeleye girdiklerini, hayatta kalmanın ne kadar zor olduğunu anlatıyor. Oyunu öyle hissediyorsunuz ki gerçek savaşın yüzünü size şamar gibi vuruyor.
Oyunun bütün amacı size herhangi bir siyasi düşünceyi yada farklı bir ideolojiyi göstermek değil. Tamamen savaşın kanlı yüzünün arkasında, karanlıkta kalanların acıları...
3 yada 4 kişi ile başladığınız oyunda bir apartmanda sefil bir halde buluyorsunuz kendinizi. Elinizdeki malzemeler tükenmiş ve durum çok vahim. Yapabilecekleriniz kısıtlı, belki içlerinden bir tanesi de hasta. Oynamaya başladıktan sonra otomatik olarak hemen iş bölümü yapmaya başlıyorsunuz. Oyundaki karakterlerin bazılarının isimlerini sayacak olursak Marko, Pavle, Bruno gibi eski hayatlarında farklı işler yapan -örneğin Bruno bir restoran sahibi, Pavle ise futbol oyuncusu- bir grubu yönetmeye başlıyorsunuz. Siyah beyaz renklerin hakim olduğu, atmosferi ile sizi tamamen karakterlerin ve o durumun içine sokabilen bir oyun This War of Mine.
Oyunda gün ve gece kavramı çok iyi işlenmiş durumda. Gündüz korunduğunuz bir apartmanda gündelik işleri ve hayatta kalmak için gerekli malzemeleri birleştirip bir şeyler üretmeye çalışırken, geceleri dışarıya çıkıp inanılmaz heyecan ile birlikte yağma yapmaya veya sağda solda işe yarar şeyler bulmaya çalışıyorsunuz. Eve döndüğünüzde bütün planlar değişmiş bile olabiliyor. Dışarıda bir kaç alet yada hammadde bulup dönüyorsunuz ve karşılaştığınız durum çok vahim. Evi soymuş olabiliyorlar yada zorla girip sizden sahip olduğunuz değerli eşyaları yada yiyecekleri çalmış olabiliyorlar. Bu aslında kötü değil. Bize tamamen bizim yaptığımız şeyin kendi başımıza geldiğini en güzel şekilde anlatan bir olay.
Oyunun en can alıcı noktalarından bir tanesi ise dışarıya çıktığınızda karşılaştığınız manzara. Yağmalamaya gittiğiniz bir apartman yada müstakil bir evde yaşayan insanların acı durumlarını görüyorsunuz. Bazen sizden korkuyorlar yada size saldırabiliyorlar. Hastaneye gittiğinizde oradaki doktorlar sizlere yardım etmeye çalışırken, siz hastaneden birkaç bir şey araklamanın peşindesiniz. Döndüğünüzde oradaki insanlarda sefalet içinde savaşın o soğuk yüzünü tamamen içlerinde hissediyor ve size "bizden çalmaya kalkışma, biz sana yardım etmeye çalışıyoruz" gibi derin cümleler kurarak sizi oyunun bu stresli tarafına çekiyor. Oyunu oynarken kendi kendinize soruyorsunuz bazen "ben ne yapıyorum?". İşte en güzel tarafı da bu olsa gerek. Gittiğiniz bölgeler terk edilmiş yerler ise rahatlıyor ve orada işe yarar ne varsa alıyorsunuz. Bazen gittiğiniz yerler askerler ile dolu oluyor ve adım atmaya korkarak geri dönüyorsunuz yada cesaretle eşya çalıp kaçıyorsunuz. En kötüsü de açlıktan birkaç yiyecek bulmaya umuduyla girdiğiniz yerden çıkamıyor ve o karakterin ölümünü, diğer karakterler ile birlikte bu üzüntüyü yaşıyorsunuz.

Oyunun başlarında kendi bulunduğunuz apartmanda sağı solu kazarak malzeme topluyorsunuz ama günler ilerledikçe bu malzemeler yetmiyor ve arayışa koyuluyorsunuz. Karakterleriniz depresyona giriyor, evi terk edebiliyor, açlıktan ölebiliyor veya intihar edebiliyor. Oyunun en can alıcı noktasından diğeri ise, oyunda bir süre iyilik yaparak dolaşırken savaşın bitmesine çok uzun bir süre olduğunu anlıyor ve karakterleri devam ettiremiyorsunuz. İşte tam da burada şiddet başlıyor. Daha önceden girdiğiniz bir binada yaşayan bir aileye elinizi sürmezken, bu sefer onlardan her şeylerini çalıyor yada elinizi kana bulayıp oradakileri öldürüp bütün malzemelere el koyuyorsunuz. Karakterler bu depresyonu ve duyguyu öylesine hissediyor ki, bilgisayar başında siz de artık değişmeye başlıyorsunuz. Buradan da anlaşılacağı üzere oyunun karakterleri ve oyuncu arasında ki bağ inanılmaz derecede iyi.
Karakterlerin değişik özelliklerine gelecek olursak, yukarıda söylediğimiz gibi birbirlerinden oldukça farklılar. Kimisi çok hızlı bir koşucu, kimisi iyi bir aşçı, kimisi herhangi bir yeteneğe sahip değil. Güzel bir özellik olarak karakterlerin gece yağmaya çıktığınızda istediğiniz bir karakter ile çıktığınız ve kendi evinizde diğerlerini koruma yada uyuma gibi görevler verdiğiniz için, taşıyabilecekleri malzeme miktarları da değişiyor. Bazı karakterler çok malzeme taşırken bazıları taşıyamıyor. Kimisi çok iyi yumruk atabiliyor ama diğeri ise çok güzel dayak yiyor.
Yağma işine gelecek olursak sandığınız kadar kolay yağma yapılmıyor. Girdiğiniz bir yerde ses çıkarmanız halinde içeride bulunan insanlar sesin ne olduğunu merak edip geliyor. Bazen sessiz davranıp kapı deliklerinden bakarak odada kim var yada buraya nasıl girebilirim gibi bir çok şeyi oyun size çözdürüyor. Gölgeleri iyi kullanmalı, gözlemlerinizi iyi yapmalısınız, aksi halde sonuç kanlı bir ölüm oluyor.
Gelelim ev içerisinde yapabileceklerinize, burası gayet güzel hazırlanmış durumda. Oyunun craft sistemi 2.5 boyutlu bir oyun için yeterince iyi. Yiyecekler ve topladığınız onca malzemeleri kullanabileceğiniz alanlar mevcut. Bulduğunuz odun parçaları ve birkaç aparat ile bir ocak yapabiliyor ve bu ocakta yiyecekleri pişirip en azından karakterlerinize sıcak bir aş verebiliyorsunuz. Yatak, sandalye ve radyo yaparak gündüzleri zaman geçirebiliyor, iş bölümü yaptığınız karakterlerinizin bazılarını dinlendirirken diğerini herhangi bir görev verebiliyorsunuz. Oyunda yeni yaptığınız eşyalar ile daha gelişmiş eşyalarında kilitlerini açmış oluyorsunuz. Böylece kilitli kapıları açabileceğiniz maymuncuk, birikintileri kazabileceğiniz küreğiniz ve yağmayı şiddete dönüştürebileceğiniz silahları topladığınız malzemeler ile yapabiliyorsunuz. Müzik dinlemek için radyodan bir müzik kanalı bularak oyunun içine balıklama atlıyorsunuz.
Oyunun sadeliği ve siyah beyaz havası öylesine güzel ki oynamamak için hiçbir sebep yok. Oynanabilirliği ise bir o kadar iyi yedirilmiş durumda. Yaşayan atmosfer ise kesinlikle sizi en çok etkileyecek unsur. This War of Mine son zamanların en oynanası oyunlarından biri kaçırmayın ve unutmayın; savaşta herkes asker değildir.

Kaynak:TuruncuLevye

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

3 Aralık 2014 Çarşamba

This War of Mine İnceleme

This War of Mine İnceleme

Savaş oyunlarının vazgeçilmez ögesi her zaman düşmanı öldürmek olmuştur. Elimizde dönemin teknolojisi ile yapılmış olan farklı silah çeşitleri ile birlikte gittiğimiz her yere dehşet saçıp kimimize göre terörist, asker veya masum öldürdük. Sonuna kadar "şiddeti" oynayıp durduk. This War of Mine size savaşa katılmayanlar tarafından neler yaşandığını anlatan harika bir yapım.
Düşünün; evinizde oturuyorsunuz ve savaş kapıya dayanmış. Duyduğunuz tek şey silah ve bomba sesleri. Belki kapınızdan içeriye düşman askeri giriyor yardım istiyor, belki de müttefik askeriniz girip yardım istiyor. Bunlar günümüz dünyasında yaşanıyor. Savaşlar dünyanın her yerinde aynıdır. Değişmeyen tek bir şey vardır; o da dökülen kanın rengi. Bu oyun size savaş alanlarının arkasında kalanların neler yaşadığını, nasıl bir mücadeleye girdiklerini, hayatta kalmanın ne kadar zor olduğunu anlatıyor. Oyunu öyle hissediyorsunuz ki gerçek savaşın yüzünü size şamar gibi vuruyor.
Oyunun bütün amacı size herhangi bir siyasi düşünceyi yada farklı bir ideolojiyi göstermek değil. Tamamen savaşın kanlı yüzünün arkasında, karanlıkta kalanların acıları...
3 yada 4 kişi ile başladığınız oyunda bir apartmanda sefil bir halde buluyorsunuz kendinizi. Elinizdeki malzemeler tükenmiş ve durum çok vahim. Yapabilecekleriniz kısıtlı, belki içlerinden bir tanesi de hasta. Oynamaya başladıktan sonra otomatik olarak hemen iş bölümü yapmaya başlıyorsunuz. Oyundaki karakterlerin bazılarının isimlerini sayacak olursak Marko, Pavle, Bruno gibi eski hayatlarında farklı işler yapan -örneğin Bruno bir restoran sahibi, Pavle ise futbol oyuncusu- bir grubu yönetmeye başlıyorsunuz. Siyah beyaz renklerin hakim olduğu, atmosferi ile sizi tamamen karakterlerin ve o durumun içine sokabilen bir oyun This War of Mine.
Oyunda gün ve gece kavramı çok iyi işlenmiş durumda. Gündüz korunduğunuz bir apartmanda gündelik işleri ve hayatta kalmak için gerekli malzemeleri birleştirip bir şeyler üretmeye çalışırken, geceleri dışarıya çıkıp inanılmaz heyecan ile birlikte yağma yapmaya veya sağda solda işe yarar şeyler bulmaya çalışıyorsunuz. Eve döndüğünüzde bütün planlar değişmiş bile olabiliyor. Dışarıda bir kaç alet yada hammadde bulup dönüyorsunuz ve karşılaştığınız durum çok vahim. Evi soymuş olabiliyorlar yada zorla girip sizden sahip olduğunuz değerli eşyaları yada yiyecekleri çalmış olabiliyorlar. Bu aslında kötü değil. Bize tamamen bizim yaptığımız şeyin kendi başımıza geldiğini en güzel şekilde anlatan bir olay.
Oyunun en can alıcı noktalarından bir tanesi ise dışarıya çıktığınızda karşılaştığınız manzara. Yağmalamaya gittiğiniz bir apartman yada müstakil bir evde yaşayan insanların acı durumlarını görüyorsunuz. Bazen sizden korkuyorlar yada size saldırabiliyorlar. Hastaneye gittiğinizde oradaki doktorlar sizlere yardım etmeye çalışırken, siz hastaneden birkaç bir şey araklamanın peşindesiniz. Döndüğünüzde oradaki insanlarda sefalet içinde savaşın o soğuk yüzünü tamamen içlerinde hissediyor ve size "bizden çalmaya kalkışma, biz sana yardım etmeye çalışıyoruz" gibi derin cümleler kurarak sizi oyunun bu stresli tarafına çekiyor. Oyunu oynarken kendi kendinize soruyorsunuz bazen "ben ne yapıyorum?". İşte en güzel tarafı da bu olsa gerek. Gittiğiniz bölgeler terk edilmiş yerler ise rahatlıyor ve orada işe yarar ne varsa alıyorsunuz. Bazen gittiğiniz yerler askerler ile dolu oluyor ve adım atmaya korkarak geri dönüyorsunuz yada cesaretle eşya çalıp kaçıyorsunuz. En kötüsü de açlıktan birkaç yiyecek bulmaya umuduyla girdiğiniz yerden çıkamıyor ve o karakterin ölümünü, diğer karakterler ile birlikte bu üzüntüyü yaşıyorsunuz.

Oyunun başlarında kendi bulunduğunuz apartmanda sağı solu kazarak malzeme topluyorsunuz ama günler ilerledikçe bu malzemeler yetmiyor ve arayışa koyuluyorsunuz. Karakterleriniz depresyona giriyor, evi terk edebiliyor, açlıktan ölebiliyor veya intihar edebiliyor. Oyunun en can alıcı noktasından diğeri ise, oyunda bir süre iyilik yaparak dolaşırken savaşın bitmesine çok uzun bir süre olduğunu anlıyor ve karakterleri devam ettiremiyorsunuz. İşte tam da burada şiddet başlıyor. Daha önceden girdiğiniz bir binada yaşayan bir aileye elinizi sürmezken, bu sefer onlardan her şeylerini çalıyor yada elinizi kana bulayıp oradakileri öldürüp bütün malzemelere el koyuyorsunuz. Karakterler bu depresyonu ve duyguyu öylesine hissediyor ki, bilgisayar başında siz de artık değişmeye başlıyorsunuz. Buradan da anlaşılacağı üzere oyunun karakterleri ve oyuncu arasında ki bağ inanılmaz derecede iyi.
Karakterlerin değişik özelliklerine gelecek olursak, yukarıda söylediğimiz gibi birbirlerinden oldukça farklılar. Kimisi çok hızlı bir koşucu, kimisi iyi bir aşçı, kimisi herhangi bir yeteneğe sahip değil. Güzel bir özellik olarak karakterlerin gece yağmaya çıktığınızda istediğiniz bir karakter ile çıktığınız ve kendi evinizde diğerlerini koruma yada uyuma gibi görevler verdiğiniz için, taşıyabilecekleri malzeme miktarları da değişiyor. Bazı karakterler çok malzeme taşırken bazıları taşıyamıyor. Kimisi çok iyi yumruk atabiliyor ama diğeri ise çok güzel dayak yiyor.
Yağma işine gelecek olursak sandığınız kadar kolay yağma yapılmıyor. Girdiğiniz bir yerde ses çıkarmanız halinde içeride bulunan insanlar sesin ne olduğunu merak edip geliyor. Bazen sessiz davranıp kapı deliklerinden bakarak odada kim var yada buraya nasıl girebilirim gibi bir çok şeyi oyun size çözdürüyor. Gölgeleri iyi kullanmalı, gözlemlerinizi iyi yapmalısınız, aksi halde sonuç kanlı bir ölüm oluyor.
Gelelim ev içerisinde yapabileceklerinize, burası gayet güzel hazırlanmış durumda. Oyunun craft sistemi 2.5 boyutlu bir oyun için yeterince iyi. Yiyecekler ve topladığınız onca malzemeleri kullanabileceğiniz alanlar mevcut. Bulduğunuz odun parçaları ve birkaç aparat ile bir ocak yapabiliyor ve bu ocakta yiyecekleri pişirip en azından karakterlerinize sıcak bir aş verebiliyorsunuz. Yatak, sandalye ve radyo yaparak gündüzleri zaman geçirebiliyor, iş bölümü yaptığınız karakterlerinizin bazılarını dinlendirirken diğerini herhangi bir görev verebiliyorsunuz. Oyunda yeni yaptığınız eşyalar ile daha gelişmiş eşyalarında kilitlerini açmış oluyorsunuz. Böylece kilitli kapıları açabileceğiniz maymuncuk, birikintileri kazabileceğiniz küreğiniz ve yağmayı şiddete dönüştürebileceğiniz silahları topladığınız malzemeler ile yapabiliyorsunuz. Müzik dinlemek için radyodan bir müzik kanalı bularak oyunun içine balıklama atlıyorsunuz.
Oyunun sadeliği ve siyah beyaz havası öylesine güzel ki oynamamak için hiçbir sebep yok. Oynanabilirliği ise bir o kadar iyi yedirilmiş durumda. Yaşayan atmosfer ise kesinlikle sizi en çok etkileyecek unsur. This War of Mine son zamanların en oynanası oyunlarından biri kaçırmayın ve unutmayın; savaşta herkes asker değildir.

Kaynak:TuruncuLevye

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder