2 Eylül 2014 Salı

Diablo III: Reaper of Souls Ultimate Evil Edition (İnceleme)

  Diablo III: Reaper of Souls Ultimate Evil Edition (İnceleme)

Bazılarınızın Diablo logosunu gördüğü andan itibaren "Blizzard'dan babam çıksa yerim" dediğini duyar gibiyim. Oyun dünyasının belki de en başarılı çıkışlarından birini yapan Diablo, bizleri 1997 yılında karanlığına çağırdı. Işık, uzun süredir hiç bu kadar acı vermemişti... Şeytani bir gücün esiri olan dünyayı kurtarmak, bizim elimizde, cennet ve cehennem arasındaki bitmek bilmeyen savaşın tam ortasındaydık... Cehennemin üç lordundan biri olan Diablo, bildiğimiz ölümlü dünyayı yasa boğmaya başlamıştı bile. Aradan yıllar geçse bile melekler ve iblisler arasındaki savaş, asla unutulmadı.

Tristram isimli küçük bir kasabada başlayan hikayemiz, Kral Leoric'in katedrale yeniden odaklanmasıyla devam ediyor. Tabii Diablo'nun kralın zihnini zehirlemesiyle birlikte, kaos kendisini gösterdi. Barışçıl krallıklar, birbirine düşman kesilince, onları durduracak "biz" korkunç iblisin ruhunu kırmak için elimizden geleni yapmalıydık çünkü eğer başarısız olursak, Tristram'dan daha fazlasını kaybedecektik.
Diablo III: Reaper of Souls Ultimate Evil Edition (İnceleme)

Warrior, Rogue ve Sorcerer ile başladığımız macera, Diablo II ile farklı isimleri beraberinde getirdi. Bildiğimiz Diablo'yu alt ettiğimizi zannederek büyük bir hata yapmıştık. Zira Diablo, karanlığını yaymak için tekrar farklı bir planla ortaya çıkacaktı. Bu sefer "biz" bir Amazon, bir Necromancer, bir Barbarian, bir Sorceress veya bir Paladin'in yolundan gitmeyi tercih ediyorduk ve hikayemiz biraz daha farklı noktalara çekiliyordu. İlk oyunun bitişinden hemen sonrasını konu alan Diablo II, büyük fedakarlıkları tekrar gözler önüne serdi. Kendi bedenini hiçe sayan cesur bir savaşçının mücadelesi, Terör Efendisi'nin özünü kendi ruhuna hapsetmesiyle farklı boyutlara taşınıyordu. Eklenti paketi ile birlikte beş bölümden oluşan Diablo II, bizi öncelikle Cain ile tanıştırıyor, ardından Tal-Rasha'nın mezarını ziyaret ediyor ve Baal'ın da hikayesine ortaklık ediyorduk. Tabi işimiz burada bitmiyor... Karanlığı kendisine efendi olarak seçen bir gezginin, Baal ve Mephisto ile bir araya gelmesi, cehenneme açılan kapının biraz daha aralanmasına neden olmuştu. Hatta bu yabancı, vücudunu Diablo'ya adamış ve onun hakimiyetini sağlamak için canını hiçe saymıştı. Artık işimiz daha zordu, cehennemin en derin noktalarına inip korkunç üçlüyü durdurmak ve Diablo'yu ebedi karanlığa gömmek zorundaydık.
Diablo III: Reaper of Souls Ultimate Evil Edition (İnceleme)


Biliyorsunuz ki işimiz burada bitmemişti. Diablo II'nin, bizi doyurucu olsa bile "devamı olmalı!" dedirtecek cinsten bir sonla baş başa bırakması, çoğumuzun gözlerinin Blizzard'a dikilmesine neden olmuştu. Aradan geçen 12 yıl sonra Diablo, cenneti ele geçirmek üzere tekrar ortaya çıkmış, bu sefer hiç beklenmedik hatta yıllardır planlanan korkunç bir ortaklığın, çürük meyvesini insanlara yedirtmek üzere kokusunu dünyaya yaymaya başlamıştır. Oyuncuyu 12 yıl bekleten Diablo III, hikaye olarak bizi son oyundan 20 yıl sonrasına götürüyor. Deckard Cain ve değerli yiğeni Leah'nın yolu bu sefer bizi 6 farklı sınıfla tanıştırıyor: Witch Doctor, Barbarian, Wizard, Monk, Demon Hunter ve Reaper of Souls ismiyle birlikte ışığı yaymaya kararlı olan Crusader. 
Diablo III: Reaper of Souls Ultimate Evil Edition (İnceleme)

Birazdan yazacaklarım bazılarınıza ağır gelebilir, özellikle Blizzard çılgınları için. Objektif olalım, Diablo III bizi 12 değil, tam 14 yıl bekletti. Gerek dinamikleri, gerekse "renkli" grafikleri ve hatta zamanımızın çoğunu çalan şu auction house... Söylenecek söz yok. Çok kötü demek büyük bir haksızlık olur, Diablo'nun kendi adı bile bir şeyleri üst düzeye çıkartmaya yetiyor ve doğal olarak kötülüğü bu sefer bambaşka bir fizikte görmek, bazılarımız için son derece "ağır" bir deneyim. Ancak, daha önce Diablo 2'de de olduğu gibi eklenti paketi Reaper of Souls ile birlikte Diablo gerçekten bir şeyleri yoluna koymayı başardı. Tabi Diablo III'ün Reaper of Souls öncesi bizlere sunduğu yaması da oyunu daha katlanabilir hale getiriyordu. 
Diablo III: Reaper of Souls Ultimate Evil Edition (İnceleme)

Nephalem, yani biz, Diablo'yu cennette yenmemizin ardından daha farklı bir kötülükle savaşmaya zorlanmıştık. Büyük Yedi Kötüyü hapsettiğimiz Black Soulstone, asla bulunamayacak bir noktaya gömülmüştü: Rakkis'in mezarının en derin noktasına... Karanlık, pes eden en zor güçlerden biriydi. Bu seferki düşmanımız Malthael'in ta kendisi. Bilgeliğin Başmeleği 20 yıl önce ortadan kaybolmuş ve artık Ölüm Meleği olarak karşımıza çıkmıştır. Hedefine ulaşmak ve gücü daha farklı noktalara ulaştırmak için önce Tyrael'i ciddi yaralamış ve ardından Black Soulstone'u ele geçirmiştir. 

Gelelim asıl konumuza; Diablo III: Ultimate Evil Edition. Biliyorsunuz ki konsolda Diablo III keyfi bir başkadır. Diablo III: Ultimate Evil Edition ise yeni nesil platformlarla birlikte, biraz daha farklı noktalara yelken açtı ancak yetersizliği, kimi zaman oyuncuyu rahatsız eder boyutta. Blizzard'ın genel olarak işini çok iyi yaptığını ve aralarında sadece Diablo III ile istenileni veremediğini biliyoruz. Güzel miydi? Evet. Ancak bir Blizzard oyununa göre, oldukça geri planda kalmıştı. Diablo III: Ultimate Evil Edition ile birlikte bazı noktalarda insanı derinden etkileyen içeriklerin olmasını çok isterdim ancak belli ki firma, bazı konularda sadece kopyala-yapıştır mantığını uygulamış. Daha açılış ekranında gözlerimizi zehirleyen bir CGI ile karşı karşıyayız. PS4 platformuna biraz daha uygun ve başarılı bir Blizzard CGI'ı görmeyi çok isterdim. Arada kayan ve pikselleşen bir Diablo görmek, biraz tuhaf bir deneyimdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

2 Eylül 2014 Salı

Diablo III: Reaper of Souls Ultimate Evil Edition (İnceleme)

  Diablo III: Reaper of Souls Ultimate Evil Edition (İnceleme)

Bazılarınızın Diablo logosunu gördüğü andan itibaren "Blizzard'dan babam çıksa yerim" dediğini duyar gibiyim. Oyun dünyasının belki de en başarılı çıkışlarından birini yapan Diablo, bizleri 1997 yılında karanlığına çağırdı. Işık, uzun süredir hiç bu kadar acı vermemişti... Şeytani bir gücün esiri olan dünyayı kurtarmak, bizim elimizde, cennet ve cehennem arasındaki bitmek bilmeyen savaşın tam ortasındaydık... Cehennemin üç lordundan biri olan Diablo, bildiğimiz ölümlü dünyayı yasa boğmaya başlamıştı bile. Aradan yıllar geçse bile melekler ve iblisler arasındaki savaş, asla unutulmadı.

Tristram isimli küçük bir kasabada başlayan hikayemiz, Kral Leoric'in katedrale yeniden odaklanmasıyla devam ediyor. Tabii Diablo'nun kralın zihnini zehirlemesiyle birlikte, kaos kendisini gösterdi. Barışçıl krallıklar, birbirine düşman kesilince, onları durduracak "biz" korkunç iblisin ruhunu kırmak için elimizden geleni yapmalıydık çünkü eğer başarısız olursak, Tristram'dan daha fazlasını kaybedecektik.
Diablo III: Reaper of Souls Ultimate Evil Edition (İnceleme)

Warrior, Rogue ve Sorcerer ile başladığımız macera, Diablo II ile farklı isimleri beraberinde getirdi. Bildiğimiz Diablo'yu alt ettiğimizi zannederek büyük bir hata yapmıştık. Zira Diablo, karanlığını yaymak için tekrar farklı bir planla ortaya çıkacaktı. Bu sefer "biz" bir Amazon, bir Necromancer, bir Barbarian, bir Sorceress veya bir Paladin'in yolundan gitmeyi tercih ediyorduk ve hikayemiz biraz daha farklı noktalara çekiliyordu. İlk oyunun bitişinden hemen sonrasını konu alan Diablo II, büyük fedakarlıkları tekrar gözler önüne serdi. Kendi bedenini hiçe sayan cesur bir savaşçının mücadelesi, Terör Efendisi'nin özünü kendi ruhuna hapsetmesiyle farklı boyutlara taşınıyordu. Eklenti paketi ile birlikte beş bölümden oluşan Diablo II, bizi öncelikle Cain ile tanıştırıyor, ardından Tal-Rasha'nın mezarını ziyaret ediyor ve Baal'ın da hikayesine ortaklık ediyorduk. Tabi işimiz burada bitmiyor... Karanlığı kendisine efendi olarak seçen bir gezginin, Baal ve Mephisto ile bir araya gelmesi, cehenneme açılan kapının biraz daha aralanmasına neden olmuştu. Hatta bu yabancı, vücudunu Diablo'ya adamış ve onun hakimiyetini sağlamak için canını hiçe saymıştı. Artık işimiz daha zordu, cehennemin en derin noktalarına inip korkunç üçlüyü durdurmak ve Diablo'yu ebedi karanlığa gömmek zorundaydık.
Diablo III: Reaper of Souls Ultimate Evil Edition (İnceleme)


Biliyorsunuz ki işimiz burada bitmemişti. Diablo II'nin, bizi doyurucu olsa bile "devamı olmalı!" dedirtecek cinsten bir sonla baş başa bırakması, çoğumuzun gözlerinin Blizzard'a dikilmesine neden olmuştu. Aradan geçen 12 yıl sonra Diablo, cenneti ele geçirmek üzere tekrar ortaya çıkmış, bu sefer hiç beklenmedik hatta yıllardır planlanan korkunç bir ortaklığın, çürük meyvesini insanlara yedirtmek üzere kokusunu dünyaya yaymaya başlamıştır. Oyuncuyu 12 yıl bekleten Diablo III, hikaye olarak bizi son oyundan 20 yıl sonrasına götürüyor. Deckard Cain ve değerli yiğeni Leah'nın yolu bu sefer bizi 6 farklı sınıfla tanıştırıyor: Witch Doctor, Barbarian, Wizard, Monk, Demon Hunter ve Reaper of Souls ismiyle birlikte ışığı yaymaya kararlı olan Crusader. 
Diablo III: Reaper of Souls Ultimate Evil Edition (İnceleme)

Birazdan yazacaklarım bazılarınıza ağır gelebilir, özellikle Blizzard çılgınları için. Objektif olalım, Diablo III bizi 12 değil, tam 14 yıl bekletti. Gerek dinamikleri, gerekse "renkli" grafikleri ve hatta zamanımızın çoğunu çalan şu auction house... Söylenecek söz yok. Çok kötü demek büyük bir haksızlık olur, Diablo'nun kendi adı bile bir şeyleri üst düzeye çıkartmaya yetiyor ve doğal olarak kötülüğü bu sefer bambaşka bir fizikte görmek, bazılarımız için son derece "ağır" bir deneyim. Ancak, daha önce Diablo 2'de de olduğu gibi eklenti paketi Reaper of Souls ile birlikte Diablo gerçekten bir şeyleri yoluna koymayı başardı. Tabi Diablo III'ün Reaper of Souls öncesi bizlere sunduğu yaması da oyunu daha katlanabilir hale getiriyordu. 
Diablo III: Reaper of Souls Ultimate Evil Edition (İnceleme)

Nephalem, yani biz, Diablo'yu cennette yenmemizin ardından daha farklı bir kötülükle savaşmaya zorlanmıştık. Büyük Yedi Kötüyü hapsettiğimiz Black Soulstone, asla bulunamayacak bir noktaya gömülmüştü: Rakkis'in mezarının en derin noktasına... Karanlık, pes eden en zor güçlerden biriydi. Bu seferki düşmanımız Malthael'in ta kendisi. Bilgeliğin Başmeleği 20 yıl önce ortadan kaybolmuş ve artık Ölüm Meleği olarak karşımıza çıkmıştır. Hedefine ulaşmak ve gücü daha farklı noktalara ulaştırmak için önce Tyrael'i ciddi yaralamış ve ardından Black Soulstone'u ele geçirmiştir. 

Gelelim asıl konumuza; Diablo III: Ultimate Evil Edition. Biliyorsunuz ki konsolda Diablo III keyfi bir başkadır. Diablo III: Ultimate Evil Edition ise yeni nesil platformlarla birlikte, biraz daha farklı noktalara yelken açtı ancak yetersizliği, kimi zaman oyuncuyu rahatsız eder boyutta. Blizzard'ın genel olarak işini çok iyi yaptığını ve aralarında sadece Diablo III ile istenileni veremediğini biliyoruz. Güzel miydi? Evet. Ancak bir Blizzard oyununa göre, oldukça geri planda kalmıştı. Diablo III: Ultimate Evil Edition ile birlikte bazı noktalarda insanı derinden etkileyen içeriklerin olmasını çok isterdim ancak belli ki firma, bazı konularda sadece kopyala-yapıştır mantığını uygulamış. Daha açılış ekranında gözlerimizi zehirleyen bir CGI ile karşı karşıyayız. PS4 platformuna biraz daha uygun ve başarılı bir Blizzard CGI'ı görmeyi çok isterdim. Arada kayan ve pikselleşen bir Diablo görmek, biraz tuhaf bir deneyimdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder