Outlast İnceleme
Red Barrel Outalst ile korkuyu sanata çevirmiş...
Oyunun hikâyesi, meraklı bir gazeteci olan Miles Upshur’un Mount Massive isimli aklıl hastanesine gelmesi ile başlıyor. Peki, neden burasını tercih etti dersiniz? 1971 sonrası yaşanan bir skandal sonrası, Mount Massive aklı hastanesi kapatılır. 2009 yılında Murkoff Psychiatris System adı altında tekrar faaliyete geçer. Ancak hükümet burayı tekrar kapatır. Miles’da, bu kapanma nedenlerini öğrenip, haber yapmak için harekete geçer. Girişi olan bu akıl hastanesinin, çıkışı ne yazık ki olmayacak. Flash Haber peşindeki gazetecimiz, geldiğine geleceğine bin pişman olacaktır. Ana karakterimizin yanında yalnızca kamera vardır. Başka da bir şey yok.
Ne tabanca, ne kesici alet ne de kendini savunabileceği herhangi bir alet. Oyun temel prensip olarak, korkuyu yaşatmak için, Miles’ı çaresizlik içerinde bırakıp, kaçmaya ve çıkış kapısını bulmaya zorluyor. Etrafta onlarca sadist görevli ve akıl hastası olacak. Herhangi bir düşman peşimize takılınca, bu kaçış sahneleri oyunun temposunu yükselterek müthiş bir korku-aksiyon şöleni sunuyor.
Mirror Edge oynadıysanız, bu FPS tarzı hareketli sahnelerin benzerini Outlast’ta bulacaksınız. Karakterimiz karşıdan karşıya zıplayabiliyor, pencere dışına sarkıp kenarlardan ilerleyebiliyor ve sık sık platformlardan tırmanıyor. Ancak hiçbir eşya ile etkileşime geçmiyor. Tek yaptığı, kamerasının çalışması için pil bulup ilerlemek, düşmanlardan kaçıp saklanmak ve anahtar bul-vana aç-jeneratörü çalıştır döngüsünde çıkışa varmak. Kamera bizim için vazgeçilmez bir cihaz.
Karanlıkta ilerleyebilmek için, kameranın gece görüş moduna ihtiyacımız var ve de pillere. Pilleri idareli kullanıp bitirmemeye bakın, eğer piliniz biterse sizin de piliniz bitecektir. Kamerada pil olmadan ilerlemek asla mümkün değil. Oyunda ki tüm karakterlere düşman gözüyle bakabilirsiniz, bazıları hariç tabii. Silah kullanamayacağımız için yapmamız gereken şey kaçmak ya da karanlık bir yere, yatak altına ve ya dolaba saklanmak. Bazen kanalizasyonda dar bir tünele girip kurtulduğunuzu düşünüyorsunuz, ama peşinizdeki sadist düşmanınız, paçalarınızdan yakalayıp çekiveriyor. Bazen de odanın köşesinde bekleyen akıl hastası mahkûmun yanına yaklaşırsanız eceliniz oluveriyor.Yani fazla yaklaşmayınız.
Outlast mekânları, siz nasıl olmasını istiyorsanız aynen öyle hazırlanmış. Akıl hastaları ile dolu koğuşlar, yerlerde ölü bedenler ve iç organları, duvarlarda kanla yazılmış yazılar, etrafta uçuşan sinekler, nemli duvarlarıyla parlayan kanalizasyonlar. Bazen de dışarı çıkmak zorunda kalıyorsunuz ve fırtınalı hava da yağan yağmur bedeninizi ıslatıyor. Grafikler o kadar başarılı ki, sanki gerçek mekândaymışız hissi veriyor. Benim oyun anlayışımda grafikler, ilk sırada yer alır ve Outlast bu yönüyle benden tam puan alıyor.
Bazı detayları da aktarayım sizlere, mesela; kanalizasyonda dolaşırken ayak bastığınız yerdeki sular dalgalanıyor, tavandan damlayan pis sular ve nemli atmosfer o pis kokuyu burnunuza getiriyor, karakterinizin korkudan deliye döndüğüne şahit oluyorsunuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder